21 Ekim 2011 Cuma

İtalya'da üçüncü gün!

UCUNCU GÜN.

Yine öğlene dogru gözlerim açılıyor. Yine hava inanılmaz ısınmış; hatta dün oldugundan daha da terlemis şekilde uyanıyorum. Hemen yakinimda işittiğim bir sesle hızlıca kafayi çıkartip bakıyorum. 2 gün süren dağcılık fuarı sona ermiş ve bu yuzden gelen bir görevli, yattigim çimlelik alanın yanıbaşında duran billboard afişlerini değiştiriyor. Sökülen dagcilik fuari afislerinin yerine haftaya basliyacak yeni bir fuarin afişlerini asıyor. Yeni afişte "fiera di arti manuali" yani el sanatları fuarı gibi bir sey yaziyor. Ayın 9'unda başlayacakmış. Oysa benim Bergamo'daki son gunüm. Kaldı ki elimde ücretsiz davetiye de yok, giriş ücreti olarak 7€ verecek param da olmadığından bu yeni başlayacak fuara pek itimat etmiyorum. Afiş asan görevliye "buon lavoro" (iyi çalışmalar) diyerek poşetten çıkıyorum.

Dişlerimi fırçalamak üzere fuar binasına ilerliyorum ama kapıların kapatılmış olduğunu görüyorum. Sergilenen malzemeleri getiren araçların kullandıği kapıya gidiyorum. Buradaki güvenlik görevlileri yakında bir benzin istasyonu oldugunu, fuar binasina ise giremeyeceğimi, benzinliğe gitmem gerektiğini söylüyorlar. Hatta beni bir anlamda kovuyorlar. Fuar kapalı olduğundan etraf tenha, kimsecikler yok. Ben ise buna tezat varlığım ile güvenlik görevlilerinde şüpheli damgası yiyiyorum.

Oradan ayrılıp, Cüzdan ve pasaportum dahil herseyimin, otoyolla fuar arasındaki çim alanda, poşette durduğunu bile bile, elimde sade colgete sensitive power diş macunu ve sıgnal white fırçayla birlikte benzinciye dogru yürümeye başlıyorum. Gel gör ki İtalya'da benzinliklerde, tuvalet kapılarında bir mekanizma var ve tuvalet kapılarını genelikle 1€ ya açabiliyorsunuz. Benim ise 1€ günlük limitim ;) Bu tuvalet mevzuu İtalya'nın genelinde boyle; hatta lokantalarda, tren garlarında, hava limanlarında... Her yerde bu sekilde!

İleride bir başka benzinci oldugunu goruyor ve bir de orada şansımı denemek üzere, yürümeye devam ediyorum. Şansıma bu benzinci güne yeni başlamış; etraf ve tuvalet yeni temizlemiş ve hava almasi, kuruması için tuvalet kapısı açık bırakılmış. İtalyada benzinciler gün icinde bir kaç kez, çok sınırlı zamanlarda açılıp kapanıyorlar. Buralarda bizdeki gibi pompaci kavramı yok. Ödemenizi kredi karti ya da nakit parayla, bizdeki Akbil almak için kullanılan makinelere benzer bir sisteme yapıyorsunuz ve ödediğiniz ücret kadar pompanın ağzına gonderilen yakıtı, kendi elinizle aracınıza yine siz dolduruyorsunuz.

Görevliye çaktırmadan tuvalete girerek, mis kokulu, yeni temizlenmiş tuvalete önce büyüğü ardından küçüğü bırakarak, böylelikle italya sınırlarına ilk ihracatı yapmış bulunuyorum. Finali de dişlerimi fırçalayarak tamamlayarak, sifonu çektiğim gibi dışarı çıkmaya yelteniyorum ki, sifonun sesini duyduğundan süphelendiğim görevli şaşırmış bir şekilde geliyor!

"Che posto" diyerek bağırıyor! Hacı sen nesin, kimsin, necisin gibi bir anlami olduğunu tahmin ettigim bu söylem üzerine, adama "buoniorno" diyerek alakasız bir cevap veriyor ve onun garip bakışları altında, hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyorum.

Ardından poşetimin yanına geliyor ve çay demliyorum; kasar ve salam kesiyorum. Eti Cici Bebe biskuvimi açıyorum. İtalya da, el memlekette üç çeşit kahvaltı, daha ne olsun!

Sakin kafayla, çimenler üzerine yatmış, yoldan gecen araba ve bisikletlileri izleyerek keyifli bir kahvaltı yapıyorum ve ardından esyalarımı toplayarak, çantami sırtlandığım gibi otobüs durağına doğru harekete geçiyorum.

Sırtımdaki çanta gezip tozmama engel olacak denli ağır ve görünüm olarak da dikkat çekici büyüklükte. Açıkcası durakta biraz geriliyorum; düşünüyorum ama çantayı nereye koyacağım sorusuna bir türlü cevap bulamıyorum. Fuar kapandığından vestiyeri kullanamam. Belki fuar alanina gelmeme vesile, Outdoor magasindaki adama giderek cantami bırakıp bırakamayacağımı sorabilirim. Ya da bir diğer seçenek, İstanbul tabelalı ama aslında Kahraman Maraş 'lı kebabçıya gitmek.

Fuar sona erdiğinden otobüs gelmiyordu. Ben ise kafamda elli çeşit düşünce olduğundan, zamanın akıp ilerlemesine aldırış etmeden bekliyordum. Çantamı nereye bırakacağımı, akşam nereye gideceğimi, nerede yatacağımı ya da ne yiyeceğimi düşündüğüm duraktaki bekleyişim uzun sürdü ama onca düşünce kafamda dolaştığı icin otobüsün gecikmesini bir problem olarak görmemiştim. Oysa Bir başkası olsa, onca dakika yol kenarinda beklemekten dolayı korkabilirdi. Bense hiç aldırmadan bekledim ve yoğun düşüncelerin zihnimi meşgul ettiği bir sira gelen otobüse binerek merkeze dogru yola çıktım.

Otobüse binme sırasında ödeme yapmıyorum. Zaten otobüs şöförü ya da yolcular bu konuda bir şey söylemiyorlar. Ancak bilet kontrolünü, şöför yerine bir anda otobüse binen ayri bir denetleyici gurubunun yaptığını öğreniyorum. Ve bu adamlara yakalandığınızda 50 € ve üzerinde cezalara çarptırılabiliyorsunuz.

Neyse, ben bu kontrolcülere yakalanmadan istediğim durakta iniyor ve çantamı Kahraman Maraş'lı Kebabçı kuzenlerin dükkanına bırakarak, şehrin asıl gezilesi, Altra Citta denen eski, tarihi bölümüne doğru yürümeye başlıyorum. Yolda ilerlerken, arkamdan vuran güneş ışıkları sayesinde, silüet seklinde ilginç otoportreler çekiyorum. Yanımda taşıdığım termosa doldurduğum suyu içerek de susuzluğumu gideriyorum. Buralar turistik yerler ve bir küçük su için 1€ gayet normal; Daha pahalıya satanların sayısı azımsanmayacak denli fazla!

Sehrin etrafındaki surlar boyunca yürüyor, Yol boyunca karşıma çıkan cok hoş manzaraya sahip yeşillik alanlar görüyorum. Bu mesire alanlarında yürüyüş yapan, köpeğini gezdiren insanlarin fotograflarini çekmeye çalışıyorum ama çoğu durumda uygun ışık koşullarını yakalayamıyorum.

Yine bu aks üzerinde yürüdüğüm esnada, karşıma çıkan ilginç binaları da fotoğraflıyarak yoluma devam ediyorum. Bir noktada halsizlik hissedince, bulduğum ucuz bir süpermarketten 1€ ya 1 litrelik multi vitaminli meyva suyu, ayrica tanesi 34 cent'den, iki adet 500 gr'lik burgu makarna aliyorum. Tüm bu aldıklarım, o haftaki kataloğun en ucuz ürünlerini oluşturuyor. Akşama kadar dolaşmaya, gizli sakli ara sokaklarda kaybolma pahasına ilerlemeye ve şehri gezerken fotograf cekmeye devam ediyorum.

Akşama doğru gördüklerimi ipad'imle metne geçiriyorum lakin bu yazdıklarımı İnternet'teki bloğuma aktarabilmek için gerekli olan internet bağlantısını yapamıyorum. Aslında Wi-fi araması yaptığımda bir çok sonuç çıkıyor ama bunların hepsi şifreli ;( sifreli olsalar bile bir tespitimi paylaşmam gerekecek. O kadar çok ağ listeleniyor ki, tüm bu denemelerim sonucunda, iPad in ağ aramadaki başarımını kalbur üstü bir çok dizüstü bilgisayardan daha iyi olduğunu açıkça gözlemliyorum.

Apple 'ın, iPad üzerinde nasıl bir ağ kartı kullandığını bilmiyorum fakat işin kağıt üzerindeki teknik özelliklerini bırakarak, şahsi fikrimi söylememe izin verirseniz; Apple 'ın öncülüğünde yaratılan "tablet" fenomeninin tasarımı gereği wi-fi sinyallerini yakalamada, diğer cihazlara göre daha iyi başarım sağladığını düşünüyorum.

Bir düşünün! Dizüstü bilgisayar gibi cihazları çevreleyen uzayın, bir tarafı her zaman kapalidir. Şöyle ki bir dizüstu bilgisayari, dizimizin üzerine ya da bir masaya koyariz ve bu da cihazımızın, bir yüzeyinin wi-fi sinyallerinin alımı konusunda atil kalmasına sebep olur. Ancak ipad icin konusursak, bu ve benzeri cihazlarin, bir tarafinın boyle olu bir yuzeye sahip olmamasi, ustelik ipad in tamami aluminyum kasasi ile dogal bir alici gibi imal edilmisnolmasi... Tum bu netmenler havada ucusup duran kablosuz ağ sinyallerinden optimum verimin alınmasını sağlayacaktır.

Elimde iPad, sokaklarda kablosuz internet avına çıkıyorum. Bu durum, hic aklimda yokken, şehrin diğer kısımlarını da gezmeme vesile olarak, hiç hesapta yokken cokmfarkli yerler görmemi sağlıyor. Biraz fazla uğrasiyorum belki ama sonunda bir klisenin yanibasindaki bir kaldırıma oturup, bulduğum beleş intnet ile mailllerime bakıyor ve yazdigim yazilari bloğuma aktarıyorum.

Hava iyice karardiğindaysa tren garına gidiyor ve Milano'ya gidecek son trenin saatine bakıyorum. Trenin 23:00'de kalkacağını görüyor ve bilet almak için insanların önünde yığılma yaptıgı gişe önündeki sıraya girerek beklemeye baslıyorum. Sıra bana geldiğindeyse bir ay icinde geçerli, 4 günlük İtalya içi "interrail " bileti alıyorum.

İnterrail bilet alımı, ve bu biletleri kullanarak yapilacak yolculuklarda dikkat edilmesi gereken püfler, akla gelen her türlü soru için, www.trenlegeziyorum.net sitesini inceleyiniz. Yeri geldikçe ben de size konuyla ilgili bildiklerimi aktaracağım.

Elimdeki tren biletiyle yine yollara düşerek, zaten tren garına yakın olan, Maraş'lı dönerci abilerin yanına gidiyorum. Trenin kalkmasina bir kaç saat daha var. Gün içinde aralıksız dolaştığımdan artık iyice acıkmış durumdayım. Dışarısı soğuk ve benim tüm eşya ve kamp malzemelerim çantada, hem bu yüzden, biraz da Maraş'lı Abi'lere onca yardımlarından ötürü kendimi borclu hissettiğimden, bir tane Pizza Margharita sipariş geçiyorum.

Aslında sipariş verme nedenim biraz da merak! Fiyatlar oldukça makul gözuküyor; pizza margharita 3,5€ Halbuki italyanın genelinde bu pizza için restoranlarda 5-6€ istiyorlar. Turistik yerlerdeki, lüks bile sayılamayacak "ristorante" lerdeyse, pizza margharita için 10€ ve hatta üzerinde rakamlar isteyenler var. Oysa bu pizza, üzerinde sadecec dometes, kasar ve fesleğenin olduğu, olabilecek en malzemesiz, en ilkel, en yalin, hatta dünyadaki ilk pizza. Bilmeyenler için bu pizza nin , daha dogrusu ilk pizza nin hikayesini daha sonra paylaşacağım.

Pizzayı yiyiyorum ve ardından yanima gelen ustayla koyu bir muhabbete tutuşuyoruz. Onlarin buralara nasil ve ne sekilde geldiğiniz ilgili sorular soruyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nde, yani doğup büyudükleri ata topraklarında, kürtler olarak çektikleri acılar, hırpalandıkları, istedikleri gibi düşünemedikleri, konuşamadıkları iddiasıyla, buraya, İtalya'ya "iltica" etmişler.
Tabii bu iltica muhabbeti bu orneknde oldugu gibi, tüm kürtler tarafından suistimal edilen bir konu. Onlar da bunu kabul ediyorlar, iltica etmelerinin amacının, para kazanmak ve gunun birinde yurda zengin olarak dönmek olduğunu söylüyorlar. Gel gör ki onların iltica süreci, dünya nezdinde Türkiye'nin adini kirletiyor, imajını düşürüyor. Bu iltica mevzuuyla ilgili bir yazi yazip, daha sonra buraya ekleyeceğim.

Ben onlara iltica süreçleriyle ilgili sorular sorarken. onlar da benim ilginç yolculugum hakkında merak ettikleri soruları soruyor ve boylelikle muhabbet trenin kalkış saatine kadar sürüp gidiyor. Masadan mutlu mesut kalkıyorum. Pizza için onca ısrarıma rağmen benden para almıyorlar.

Bir kez daha görüşeceğimiz umuduyla vedalaşarak, bendeniz çantamı yüklendiğim gibi tren garına yürümeye başlıyorum. Trene bindiğimde inanılmaz yorgunluk çöküyor. Hemen uykuya dalıyorum.

Üçüncü gün harcanan meblağ;

1 litrelik multi vitaminli meyva suyu - 1€
Tanesi 34 Cent'den 2 adet Burgu Makarna - 68 Cent

11 Ekim 2011 Salı

İtalyada ikinci gün!

Öğlene doğru gozlerim açılıyor! Bir kaç saat oncesine kadar donan ben degildim sanki! Sanki gece yaşadıklarım bir rüya, sanki sabaha kadar soğuktan ben donmamisim gibi, etraf gunluk gulistanlik; günes, hayran kalacaginiz pastoral tonlarla bezemis her yeri. Hatta gunes yüzünden uyudugum poşetin icinde terlemis durumdayim, sirf sicak yuzunden dışarı cikma ihtiyacı duyuyor, serin havanin yuzume carpmasini arzuluyorum.


Gece donuyordum, simdiyse terlemis vaziyette güne merhaba diyorum!


Sistem gayet basit; Hemen cayı demliyor ve yanımda getirdiğim fakat alışılmadık hava koşulları yüzünden kokmaya başlayan kasar peynir ve salamı, gene yanimda getirdigim bambu ekmekz kesme tahtasi üzerinde dilimliyorum. Böyle ilginç detaylara önem veren biriyim; Açim, açıktayim, ama gel gor ki mikrop ve bakteri tutmayan yapısıyla bambu kesme tahtasından vazgeçemiyorum(!) onu hic yanımdan ayırmıyorum :) ben de böyle bı şeyim iste, ne yaparsın, takdiri ilahi diyelim...


Kahvaltıya müteakip , uyudugum poşeti, tulum ve geri kalan eşyaları toplayarak çantama dolduruyor ve fuar binasına giriyorum. Vestiyere cantayi bırakıyor ve yanıma sadece fotograf makinesi çantamı, bir de gezerken yanima aldigim yiyecekleri, iPad'imi ve boş su şişelerini koymak uzere buyuk sırt çantamın şapka kısmını alıyorum. Bu sapka kısmını postacı cantasina dönüştürdüm. Büyük seyahat çantalarının şapka kısımlarıni ufak bir müdahaleyle postacı çantasina dönüştürmek mümkün; Bu konuyla ilgili detayları fotograflariyla birlikte daha sonra paylaşacağım.


Velhasil kelam yollarda yürüyorum.! Kafamda İzzet İllel'in bana hediye ettigi ve su geçirmez ozellige sahip kovboy şapkam yüzünden meraklı gozlerin bakışları altinda ilerliyorum. Adamlar hiç Türkish kovboy görmemiş, merakla beni inceliyorlar(!) bu halimle normal bir turistden farkli, bir baska seye benziyorum. Sapkali bu hâlimi de fotolarıyla birlikte bilahare paylaşacağım.


Yolda dikkatimi yine cocukları eğitmek, eglendirirken bilgilendirmek uzere hazirlanan çeşitli çadır ve standlar çekiyor. Kent merkezi bu standli, çadırli haliyle adeta bir karnavali, panayırı andırıyor! Standlar gayet tabii yetiskinlerin kullanimima yonelik, ciddi konularda bilgi vermek uzere kurulmuşlar ama aileler hayret edilesi bir bilinclilik ornegi gostererek bu yerleri ayni dun aksam dağcılık fuarında deneyimledigim gibi cocuklariyla geziyorlar.


Bugun itfaiye elemanlarının oldugu meydanda, bir devrin yitik turkusunu yeniden canlandirmaya calisan ilginc bir grup var! Sokak ortasinda garip bir curcuna: Demir dövenler, yün eğirenler, kaligrafi ile cicili bicili yazı yazanlar; Her şey rönesansda olduğu gibi, eskisi haliyle, yalin, dogal bir sekilde yapiliyor. Kaybolmaya yüz tutmus mesleklerin erbaplari, sokak ortasına kurulan atölyelerde, insanlarin gozleri onunde zaanatlarini icra ediyorlar. Turk oldugum anlaşılınca burada çok keyifli dakikalar yasıyorum; insanlarla cat pat İtalyanca konuşurken genc bir kız İngilizce konuşmayı teklif ediyor. Bende "solo italyano" yani sadecebitalyanca cevabiyla karsilik verince etrafimdaki teyzeler tarafından alkışa tutuluyorum :)


Yine dikkatimden kacmayan; ailelerin tek işi, yeni nesli gelecege hazirlamak(!) Bizim ulkemizdeyse, bu dunyaya cocuk mocuk getirilmez, ben çektim o cekmesin gibi bir mantikla meseleye yaklaşılıyor, ancak Avrupa'lılar, bir ihtimalin daha var oldugu inancını kaybetmemis ve gelecek neslin olabilecek en iyi sekilde serilip serpilmesi icin ellerinden geleni yapiyorlar. Bu ne cocuk sevdasi arkadas(!) Hiç aklimda yokken, bu avrupalilardan aldigim gaz ile bende bi cocuk yapmaya karar verdim :p


Artik tez zamanda uyanmali ve avrupalının otunu bokunu değil, bu güzel yanlarını ornek almaya başlamalıyız. Bizler odun gibi yetistirilirken bu veletlerin nitelikli, sistematik ve ezberci zihniyetten uzak metotlarla egitilmeleri... Tum bunlar cok ama cok zoruma gitti(?) Bizim ülke niye kalkınmıyor sorusunun cevabini, gurbet ellerde bu sekilde mı öğrenecektim a dostlar!


Gurbet ellerde gördüklerimden aldığım ilham ile, bu konuyla alakali tez zamanda bir seyler yapmaya karar veriyorum. Artik cevabı bildiğimden oturmak, olan bitene göz yummak olmaz; Hele bir "Yurduma, Ata toprağıma" doneyim; ilgili projeleri ard arda yazacağım. Eger yapmazsam bana da Samet demesinler! Aha da burada soz veriyorum.


Akşama doğru Altra Citta denen, sehrin surlarla çevrili tarihi kısmına dogru, yokuşlu yollarda fotograf çeke ceke ilerliyorum. Jetonla binilen eski funikuler hatti, tepenin eteğinde sıralanmis evlerin arasındaki merdivenler ile ya da araba, belediye otobüsu ve bisikletlilerin kullandigi sur kapılarindan sehre ulaşabiliyorsunuz. Ben şans eseri ana kapılardan birini kullanarak Altra Citta'ya vardım. Tarihi tas köprüden sehre doğru ilerlerken, hemen yol ile surların arasinda kalan sinirli toprak alanda, cesitli sebze ve saksı bitkilerinin yetistirildigini gördüğümde ilk basta bir anlam veremedim ve sasirdim. Bu sinirli alanda adetli bir uretimden soz etmek mümkün değil. Peki herkesin siklikla kullandigi işlek bir yolun yaninbasina ne diye lahana, pancar, maydanoz... ekilir?


Mantık aynı; yeni nesle bir seyler öğretmek, var olan kuşağında degerlerini unutmamalari adına onlara köklerini hatırlatacak çeşitli organizasyonlar duzenlemek. Sehir meydanına kurdukları itfaiye stantlariyla amaçladıkları acil durumlarda neler yapilmasi gerektigiyle ilgili bir bilinc kazandırmak iken, sur diplerine ekilen sebzelerle de amaçlan, gercek ve dogal olana işaret etmek, sehrin gundelik temposu icindeki insana, onun zamanini almadan, bu yapay dunyada yediği, tükettiği seylerin kaynagini hatirlatmak. Helal olsun, Daha ne olsun diyorum ve geciyorum köprüden!


İste avrupalilar daha ne olsun demek yerine daha fazlasi, daha iyisi, bir ust mertebeye ulasmak adina vizir vizir çalışıyorlar; Buldugu bosluga sebze ekiyor, koca meydanı itfaiye tatbikat alanına çeviriyor, yetmiyor üstüne koca caddeyi trafiğe kapatıp, sehrin merkezini el zaanatlariyla, yitip giden, kaybolmaya yüz tutmuş meseklerin icra edildiği bir atölyeye dönüştürüyor.


Sehir bolge planlama, peysaz mimarligi ya da mimarlik okuyanlarin, ideal kentliyi yaratabilmek, daha yasanabilir bir sehir yaratma hedefindeki belediyelere yeni bir anlayisi anlatmalari, göstermeleri, benimsetmeleri gerekiyor!


Yerel yonetimler, uyguladiklari ve cogu durumda sonuc alamadıkları geleneksel yontemlerin yaninda, yolun kenraina pancar, lahana ekmek gibi dolaylı yoldan, pasif, gayrinizami bir yontemin de ideal kentliyi yaratma yolunda ise yarayabilecegini, en azindan denenmesi gerektigini anlamalilar.


Sehri yönetenler, cocuk oyun parkı yapamayacağı kadar küçük, dolayisiyla ne yapacagini da tam olarak bilemedigi sinirli alanlara, illaha billboard yerlestirmek ya da çimen ekmek yerine, insanlarin bir yerden bir yere giderken gorus alanina giren bu alanları, insanları cesitli toplumsal, evrensel konular hakkinda bilgilendirecek mecralara donusturmelidirler.


Tabelalarla ya da daha degisik unsurlarla destekleyerek daha interaktif, etkilesimli mecralar yaratmak, bunkarin gorme duyusunun yaninda dokunma hatta koku alma duyusuna da hitap edecek medyumlar olarak tasarlanması, bu yontemlerle yoldan gecmekte olan insanların, yonlerini değiştirmedikleri, talep etmedikleri halde onlari değiştirecek, dönüştürecek bilgileri alimlamalari sağlanmalıdır.


Yerel yontimler ve hatta devlet, suratle vatandaslarin dolayli ve pasif yollar ile bilgilenmelerine vesile olacak bu tur faaliyetleri, grafik tasarımcılar, sehir bölge planlamacılar, peysaj mimarları ve sosyologlar ile ortaklasa calismalar yuruterek planlamali, faaliyete geçirmelidir.


Organik tarım ya da permakultur tarim faaliyetleriyle ilgili, su tuketimiyle ilgili, atmosferdeki karbon salinim oraniyla ilgili... Kisacasi bu ya da benzer konularda insanlari bilinclendirecek çalısmaları, artik gelin dayatma yoluyla, zorla, kaktıra kaktıra değil, insanlar yoldan geçerken bilinçaltlarına ulaşacak, gayri-nizamı iletişim tekniklerini kullanarak yapalim. Ornegin organik tarım ya da permakultur tarim faaliyetleriyle ilgili ozendirme calismasini, bu ornekte oldugu gibi insanların yolunu degistirmeden bilgiye ulasabilecekleri sekilde yapmaya calisalim.


Çünkü bu isin sırrı artik bu!


Sen sokaktaki adama sana şunları bunlari öğreteceğim, gel haydi dediğinde, adam muhtemelen ısıni gücücu bahane edecek, gelmeyecektir. Sen evrensel bir takım degerler hakkında bilnc oluşturmak için o adamı ayağına getiremezsin ama kamusal alanlari, o insanlari egitmek için kullanacağın bir okul gibi tasarlayabilirsin. Yani kamusal alan suanda oldugu gibi sadece acik hava reklamciligi icin degil de, cesitli toplumsal ve evrensel konularin yanitlariyla bezenmis bir muze koridoruna donusurse eğer, iste o zaman basarı kaçınılmaz olacaktır.


Lüks tüketim ürünleri, hobi faaliyetleri ya da turizm konularinda fuarlar acilabilir; pek ala parasi olan, arzu edenler de buralara gelip gezerler. Ancak herkesin hem fikir oldugu, çeşitli toplumsal, insani, evrensel konularda, kent yönetimi inisiyatifi eline alarak icabında sehrin göbeğinde cadde kapatmalı, icabında sehri fuara, icabında sokaklari müze koridoruna çevirmelidir!


Yapay bir hayatin icinde olduğumuz aşikar; bu hayatta surekli yeni bir seylerin trend haline getirildiginide biliyoruz. Ama bunlarin yaninda Bergamo'da bu curcunaya, bu kapitalist sürece inat bir seyler yapılmaya çalışılıyor. Bergamo'da yapilanlarla amaçlanan, istikametin sadece moderne, yeniye dönük oldugu bir kentli imaji yaratmak değil. Belediyelerin kurdugu İtfaiye standları dısında, ayrıca gecmise ait degerlerin yuceltildigi, eski degerlerin yitip gitmesini onleyecek, onları hatırlatacak, yeni nesle gecmislerinini, nereden geldiklerini tanıtacak, gösterecek organizasyonlar düzenleniyor, iste iki gundur ben bunlari goruyorum. Bizim ulkemizdeyse tutturmuslar bir modern sevdasi, bakalım sonumuz ne olacak!


Bizi kökümüze ve nereden geldigimize yabancilastiran bir enformasyon bombardımanına maruz durumdayiz. Bu yozlaşma ve kültürel yıkımı da onumuze modern olmanın gerekliliği diye sunuyorlar mı(!) ah ah, yüreğim yanıyor dostlar!


Neyse, konuyu değiştirelim. Gel gor ki Altra Citta da gezmeye devam ederken, dun gordugum itfaiye ekipleriyle gene karşılaşıyorum. Bu sefer onlari görmezden gelip odağımızı sehre çeviriyorum; Binalar, yapılar o denli iyi korunmuş ve o denli gezilesi ki, bu sehre bir gun daha ayirmaya karar veriyorum.


Özellikle ara sokaklar harika. Bu sokaklarda kaybolup, sonra bı anda eşsiz bir manzarayla karsilasabileceginiz acikliklara ulasiyorsunuz. Muhtemelen rönesansdan bu yana fazla değişmemiş kentte aksam oluyor; ertesi gun daha erken bir saatte buraya donmek uzere geri donus yoluna giriyorum. Asagiya dogru yurumeye basliyorum.


Yanımda getirdigim termos ve pet siseye sokaktaki çeşmelerin birinden su dolduruyorum ve hava kararirken, fuar alanına giden otobüsün oldugu durağa gidiyordum.


Velhasil kelam hemen ocağı, tenceyi kurarak klasik yemegim olan, istanbuldan getirdigim bir paket Nuh un Ankara makarnasini aciyorum; paketin yarisini hemen haslamaya basliyor, bir yandan da bambu ekmek kesme tahtasında salam ve kasarlari kesmeye başlıyorum. Makarna haslaninca da hepsini birbirine katarak yemeğe başlıyorum. Tencerenin sonuna dogru makarnayla iç ice gecen kasar donmaya ve artik lokmami çatala dolarken, yutmaya çalışirken beni zorlamaya başlıyor. Hemen çay demliyorum, son lokmalar da hupurdeterek ictigim cay eşliğinde mideye iniyor.


Yatıyorum, yuvarlanıyorum, lpad ile blog için yazılar yazıyorum, derken uykum geliyor, bir noktada gözlerim ağırlaşıyor, uyuyorum ve gün sona eriyor.



İkinci gün - harcanan toplam meblağ:


0€

6 Ekim 2011 Perşembe

3 Ekim 2011 Pazartesi

arada ne oldu?



Sevgili Samet,
Annemle seni ev erkeği yaptığımız (ayağına terlik, önüne tepside yemek, televizyonda kanal d dizisi) günün üzerinden yaklaşık 2 gün geçti. Bu arada ölmediğini öğrenmek çok güzel. Bu arada ben ikeada kahvaltı ettim, ikeadan alışveriş yaptım, ev yerleştirdim (büyük kısmını anneme yıkarak tabii), bana aldırdığın bisikleti izledim (herşeyi tutku objelerine çevirmek gibi saçma bir huyum vardır - henüz keşfetmediğin), pazartesi 4. sınıf uygulama atölyesi dersimiz vardı, hocamız tatlı çıtır kızları seviyormuş diye duyduk bütün mezunlardan o nedenle topuklu ayakkabı giyip (bunu yaptım evet) okula gittim (günün sonunda ölüyordum ya neyse) vs... Ha bu arada da bu
küçük logoları yaptım stiker kağıdına basıp bir sürü çıktı aldım bir iki kişiye dağıttım daha da dağıtmaya devam edicem yarın falan...bana attığın mailde bana yöneticilik vermeni bir sürü
nedenle açıklamışsın (olaya kent planlama açısından bakma, sana sayıp sövme falan gibi) ama bence ben en fazla senin yaptığın gibi küçük hikayeler anlatabilirim. Şimdi bunu biraz açıklayayım izninle. Sen bu epik yolculuğa birbiriyle çelişen bir iki amaç uğruna çıktın:
1-İtalya'da günde 1 euroya hayatta kalarak ve gezip eğlenerek tüketim toplumuna ağzının payını vermek.
2-Grafik tasarım ödevin olan gerilla reklam kampanyasının projesini yapıp dersi geçmek (ürün de ipad bu arada sevgili okurlar gözden kaçmasın aman)
Yani burada yeni bir kullanıcı kitlesi üretmekti amaç. Günde 1 euro ve ipadın teknolojik bilgi işlem hızının birleşimi ile yeni bir hippi çağı yakalamak gibi epik-kapitalist-devrimci-anarşik ve herşeyci kendi içinde de az buçuk çelişkili amma ve lakin izlenmeye değer bir çalışma. Şimdiiii, benim bu bloğa ve bu düşünceye katkım ne olur? Öncelikle bu yazıyı karnı tok sırtı pek, ikea ektrop koltuğuma şıpıdık terliklerimle gömülmüş yazdığımı es geçmeyelim. Evet ben oyum, o konformist küçük burjuva. Merhaba. Ama öbür taraftan ipad ve benzeri yeni atılımlı teknolojik cihazlara hafif bir korku ile bakan gizli bir teknoloji muhafazakarı. (Dadasdasdadas işte bir çelişki daha - reklamlarda ikea koltukta oturan şıpıdık terlikli temiz yüzlü kızcağız ipadi çoktan çözmüş olurdu halbuki.) Peki şu an bu ortalama gence (bana) senin yaptığın ne hissettiriyor.
1-Eylemin kendisinden kaynaklanan gerçekdışı bir imkansızlık hissi
2-Epik çağrışımlar
3-Fellini'nin "Roma"sı
4-Kendisinin ne kadar tembel olduğu

yani ben bu yazı ekibinin tam simetik sıradan olan kısmısıyım. evde oturan. çay içen. küçük gündelik hesapları olan.

sevgilerle,
ölmeden dön.

İtalyada ilk gün volume 2

Kamp malzemeleri satan yerden ayrılarak, tabelasinda İstanbul yazan ama Maraş'li(!) kebabciya gitmek uzere yola koyuldum. Oraya vardigimda nezaketen bir selam vererek alelacele çantamı aldım ve hemen Bergamo tren garinin yanında, parka benzeyen ama icinde sadece siyahi ve kara isler pesindeki insanların oldugu bahcenin kuytu yerine yerlestim.

Hemen yanimdaki esrar satıcısının, müşterisinin koluna eroin ya da benzeri bi madde enjekte ediyor oluşuna aldırış etmeden, yanina gidiyor ve bu saticiya cakmagi olup olmadigini soruyorum. Simdi dusunuyorum da aclik neler yaptırıyor. Adamin yanina giderek abes bir soru sormam; onca insana aldiris etmeden kamp malzemelerini ulu orta yerde kurmaya başlamam, hey allahim ya! Du bakalim daha neler gorecegiz...

Benim usturupsuz tavrima, avrupali kimligini elden birakmadan karsilik veren adam; müşterisinin koluna esrar enjekte ettigi için, yardımcı olamayacağını, ozur dileyerek kibar bir dille ifade etti ve yanından ayrılmam gerektigini söyledi(!) iste avrupalılar... Velhasil kelam bi de bize bakin!

Kamp malzemelerimi kurmuş, son enerjimiyse esrar satıcısından çakmak isteyerek kullanmıştım. Artık olmek uzereydim. Vücudum daha fazla dayanamıyordu. İstem disi bir sekilde yanmayan ocağın basına Emrah modunda çöktüm, çaresiz beklemeye başladım.

Küçük Emrah her yerde evrensel bir kişilik olsa gerek(!) Isini bitiren ve musterisinden ücretini alan satıcı, musterinin tam para vermesi sonucu, para üstünü cikistirabilmek icin benim hemen yaibasimda duran ve sonradan satıcıya ait oldugunu anladigim motorsikletin yanina geldi. Cantasından cüzdan gibi bir şey çıkarıp, musterinin yanina donmeden hemen once bana dogru dondü ve "çakmak haa" diyerek cebinden çıkardığı çakmağıni önüme fırlattı.

Hemen davranip cakmagi aldim ve eroin saticisina " grazie signore" diyerek saygida kusuru elden birakmadim. Son bir gayret ocağımı yakmak üzere davrandım ama artık ellerim titriyor ve susuzluk ile birlikte resmen daha acmamak uzere gozlerimi yumuyordum.

Susamıştim; ancak sadece makarna yapmaya yetecek kadar suyum vardı. Onuda yolda rastladığım bir çeşmeden doldurmus, yolda bir bölümünü de içmiştim. Azicik su ve İstanbul'dayken aylardır paketi acik olduğu icin kuflenen, ancak kuflendigini henuz yeni anladigim, aclik basima vurmusken, gurbet ellerde anladigim bu makarnayı "acaba" sorusunu sormayi dusunmeden haslamaya başladım.

Nasıl da yedim hemen! Tadina, tuzuna, bozulmus rengine aldiris etmeden yarim paket makarnayi mideye indirdim. Doydum lan! evet iste oldu, başardım gibisinden yüzümde garip bir tebessüm esliginde once kirli tencere, catal ve kasigimi ıslak mendille yıkadım(!) ardından hemen herseyi çantama doldurarak, cat pat italyancamla hangi otobüsün gideceğini öğrendiğim fuara gitmek üzere otobusun oldugu duraga doğru gittim.

Fiera: Fuar

Fiera'ya geldiğimde yükümü hemen binanin girişindeki vestiyere bırakiyorum. Benden başka buraya eşya bırakan, hatta vestiyere bakan herhangi bir görevli dahi yok. Bana verilen davetiyeyi göstererek 7€ olan giriş ücretini ödemeden fuara giriyorum.

Ağlamakli oluyorum hemen! Simdi dağcılık fuarı denince, en iyi ihtimalle kamp ocağı, navigasyon aletleri, çadır, mat, uyku tulumu gibi seyler akla gelir. Bizde dagcilik fuari var mı ya da varsa ne sıklıkla yapilir? Bu sorunun cevabininbilmiyorum ama olsa bile, yukarida saydigim malzemeler ve turevleri satiliyordur.

Bir vesileyle hiç aklimda yokken gorme sansina sahip oldugum bu fuar üzerine bir iki kelam etmek istiyorum; Fuarda uyku tulumu, cadir, gps gibi şeylerin tanitildigi standlarin yaninda, asil ilginc olan sehir ya da bölgelerin standlarınin olmasiydi; Dagcilik denince akla gelen uyku tulumu, cadir, ip, alet-edavat gibi seylerin azınlıkta olması, sehir ya da bölgelere ait yerel yönetimlerin açtığı standlarin ise hissedilir ağırlığı, bunun yaninda bu standlardaki sunumların niteliği, resmen ağzım açık gezdim.

Mesela Burdur şehrinin ya da Marmara bölgesinin standına geldiginizde, görevli kisinin size Burdur'daki trekking noktalarını, kamp yapılabilecek, ailece ya da profesyonel olarak gidilebilecek, yani çeşitli zorluk seviyelerindeki parkurları tanıtıyor ve gösteriyor olması, buralarla ilgili kapsamlı haritalardan vermesi... Bu arada bizdeki siyasi haritalar gibi islevsiz, fason seylerden bahsetmiyorum; yürüyerek, tırmanarak ya da bisiklete binerek dolasabileceginiz, her biri kendine has sekilde, ayri ayri detaylandirilmis, sozkonusu parkurda tek basinizayken zorlanmadan mesafe kat etmenizi saglayacak titizlikle hazırlanan haritalardan bahsediyorum! Oyle bir detay var ki, sanirsin asker haritasi...

Sonra vay efendim, Alpler'deki turizm neden bizim ülkemizde yok, el oglu cennet vatanimiza neden kultur ya da doğa turizmi için gelmiyor(?) Halbuki ah bir bizim ülkemizdeki güzellikleri bilseler diyerek yakınalım. Veryansin edip duralım! Biz daha cok yakınırız aa gençler!!! Ah, ah!

Fuardaki ortama bakıyorum. Baktikca icim bi hoş oluyor. Mesela erkekleri ele alalim; oyle bi bakımlılar ki gormeniz gerek. Rengarenk ama ahenkle giyinmişlgezinizde "barzo" diye tabirini bulan çift kromozomlu tiplerden yok; hatta aksine burada kizlarin azmis olduğunu gözlemlerimde bariz bir sekilde tespit ettim(?) Erkeklere yenecek bir seymis gibi bakiyor ve karinlari aç ise oturup yeme konusunda biç tereddüte düşmüyorlar. Sonrasında masayi kim kurduysa o kaldirsin gibisinden vurdumduymaz bir tavirla, arkalarına bakmadan çekip giden bu kızların hepsi genc, hepsi yeni nesil, Hepsi çıtir :)

Ben size söyleyeyim; Avrupalilar coktan uyanmış, bize 3 cocuk şartı koymuşlar ama buralarda bol çocuklu geniş bir aile sahibi olmak trend olmus. Geniş, büyük aile arabaları, transporter tipi araçlar oldukça yaygın. Olan biten hersey, sokaklardaki itfaiye tatbikatları, karnavallar, şölenler, sokak satıcıları... Hepsi cocuklara çalışıyor.

Fuara gelen ailelere bakıyorum. Adeta cocuklarini gezdirmeye gelmiş gibi bir hal, tavır icerisindeler. Etrafta buyuyen yeni nesli, dağcılığa, bisiklete, tirmaniciliga...vb alıştırmak, gencleri bu sporlarla tanistirmak için kurulmuş bir dolu stand var. Buz pisti, suni kayak pisti, slalom yaparak kayıyormuşsuz hissi veren simülasyon, off-road bisiklet parkuru... Tamam hepsi cok guzel ama tüm bunları sadece cocuklar kullanıyor. Aileler ise sadece disaridan bakmakla ve daha cok cocuklarının fotograflarını çekme telaşında bir oradan bir obur yana kosusturuyorlar. Ellerinde kamerayla bir o yana bir bu yana koşan ebeveynler ve yüzü gelen cocuklar!

Buz pistinde kayan miniklerin cok samimi fotografını çektim. Ancak USB ya da SD kart girişi olmadıgı için, çektiğim fotoları bu yazıları da yazdığım iPad'ıme aktaramiyorum. Bilahare yazı aralarını fotoğraflarla süsleyecek, yazıları da tekrar elden geçireceğim. Fark ettiginiz üzere, iPad ile Türkçe karakter sorununu çözebilmiş değilim (bak ben tam bu konuya değinince nasıl da güzel, problemsiz yazmaya başladı meret, aklı sıra sorun bende degil, sende demeye calisiyor! peh, yermiyim lan ben, steve jobs gelse, feristahini getirseniz nafile, turkce karakter sorununa daha applevari bir cozum geliştirilmesi gerekirdi. En azindan sanal klavyeye türkce harfler eklenmiş olsaydı, şimdi bir sorundan bahsediyor olmazdık.

Bisikletler, pratik kafa kameraları, tüy gibi hafif uyku tulumlari... Koca fuarda ilgimi çeken bunlar oldu. Zaten çok yorgundum. Bütün bir gün çanta hazırlamış, sonra yetistiremeyince, artık oldugunkadariylan diyerek ucu ucuna hava alanina yetişmiştim. Sonrasını yukarıda okuduklarınız...

Artık dayanamıyor, uyumak istiyorum. Fuarın kapandığına dair anons verildiğinde hemen tuvalete gidiyor ve neden sonra sokakta kalmak ile, italyada bir evde kalmak arasında tuvalet icin konusursak, herhangi bir hijyen farkı olmadıgını deneyimlemis oldum. Adamlarda teharet musluğu denen bir şey yok(!) en kisa zamanda bu muslugu Avrupa'ya ithal edip, zengin olmayla sonuclanacak bir surecin bas aktoru olursam sasirmayin. Adamlar hem zevklerine duskun, hem de teharet muslugunun verdigi o doyumsuz hazdan yoksunlar, bence ben ya da bir baska biri, onlari bu harika bulus ile tanistirmali...

Yedekte bulunsun diyerek bir tomar tuvalet kağıdıni cebe indiriyor; gun icinde sokakta bulduğum ve yanımda dolastirdigim boş bir su şişesine de musluktan su dolduruyorum. Vestiyerden çantamı yüklendiğim gibi önünde kocaman bir otopark açıklığı bulunan fuar binasından çıkıyorum. Otoparkın sonunda 10 metre kadar bir Çimen alan, ardında yollari otoyola bağlayan bir viyadük vardı.

İste bu sınırlı çimen alanı, otopark lambalariyla aydinlatildigi ve ben ne yazık ki kafa lambamı Turkiye de unuttuğum için, geceyi geçireceğim yer olarak belirliyorum. Hemen icine gireceğim posetimi kurmaya başlıyorum. Bu arada kafa lambam yok! Hadi bugün böyle, daha sonra nasıl olucak, acaba İtalya'da bir fener kaç para, bunu ilerleyen günlerde göreceğiz.

Zaten çantada yer kalmadığı için çadırımı alamadım, hatta Carrefour marka elyaf uyku tulumu dahi almadım. Sadece icine girdiğimde dış etkenlere karsi beni bir nebze koruyacak bir poşet (bivak) ve ince bir polar uyku tulumum var. Bu tulumu geçen ağustos ayında kamp yaparken kullandigim zaman bile yetersiz kalmisti. Simdi bu tulumla ekim soğuklarında nasıl yapacagım bilmiyorum(!)

Ucaktan indigimde soylediklerimi hatirlamaya calisiyorum; İtalya sicacik, yazı yaşıyor demiştim? Peh, actım ağzımı mevlam Ekim ayı nasıl olurmuş bendenize gösteriyor iste! Bugun gordugum havadan sonra, herhalde bir hafta soguklar gelmez diyordum. Yahu gece bir esmeye başladı, bir soğuk var, anlatılacak gibi değil...

Cantamda kalın seyler var, ama o derece yorulmuş ve bitkin dusmusum ki, çantadan kisliklari çıkaracak hamleyi bile yapamıyor, üşümeyin göze alıyorum. Sanırım sabaha karsı 03.oo gibi iyice üşüyor ve sonunda inadı bırakarak cantadan termal icligimi çıkarıyorum; Uzerimdeki Swit in üzerine giyerek bir nebze rahat ediyorum.

Sabah 5.30 da alarm çalıyor, ardından tekrarı çalıyor, ardından bir başka alarm daha... O denli yorulmuşum ki ancak öğlen uyanabiliyorum. Takribi 13-14 saati poşetin icinde geçiriyorum. Bunun sebebi, gecenin soğuk olmasindan mutevellit uyuyamiyorum; ve havanın ancak isindigi sabah ile öğlen vakitleri arasında gercekten uyuyabiliyorum.

Gece donuyordum; Öğlen ise neredeyse terlemis vaziyette poşetten çıkıyor ve yeni bir güne merhaba diyorum!




İlk gün harcanan toplam meblağ:

*2 Euro . Otobüs bileti aldim (ancak henüz kullanmadım.)
*6 Euro . 2 adet ButanPropan kartuş.

(Bu kartuslar fiyatlari yuzunden beni oldukca tedirgin ettiler ancak ayın 10 hatta 12 sine kadar beni idare etmeyi basardilar, Esasında ilk basta bunlarin verimliliklerinden suphe duyuyordum ama korktugum basima gelmedi).

2 Ekim 2011 Pazar

İtalyada ilk gün volume 1

Havaalanına indiğimde, söylenenin tam aksi bir hava karşılıyor beni! Gunes olabildigince sicakligi ile etrafı kavururken, insanlar giydikleri tişörtlere rağmen terliyorlar. Etraf capcanli, kisa merhaba demesi gereken italya, sanki yazi yasiyordu. Sıcak basıma vurmuş olacak ki, bende diğer insanlar gibi havaalanından kent merkeine gitmeye yarayan 2 Euro'luk otobüs biletlerinden aldım. Tabii yaptıgım hatayı hemen fark ettim, N'oluyoruz hacı, hani günde sadece 1 Euro harcayacaktim? Kismen telafi ebilmek icin hemen gerekli tedbirleri aldım ve bu bileti kullanmadan, çaktırmadan otobuse binmeyi başardım. Zaten İtalya'da otobüslere bilet kullanmadan bindiğinizde size genelde bir şey denmiyor. Yani yaptıgım çok da mucizevi, sasilacak bir sey degil.


Otobus Bergamo tren istasyonu yakınlarından gecerken, tabelasında İstanbul sözcüğünü gördüğüm bir donerci dikkatimi çekiyor; buraya girdim ve etrafa bakinmaya başladım. Metal dinledigi anlasilan, burundan kulağa, dile kadar her yeri piersingli bir kaç delikanlı ve onlarla ayni mekanda bulunmasina hayli sasirdigim, bizdeki apacilerin İtalyan versiyonlarının olduğu bu donerci, bana hayli itici ve bir o kadar da kozmopolit gorundu. Ustayla tanıştım. Dört kuzen birlikte acmışlar, KahramanMaras'lilarmis. Ustaya çantamı varsa depolarına bırakıp birakamayacagimi sordum. Sag olsun kabul etti ve yer gösterdi. Bende güneşli bir 1 ekim gunu, öğleden sonra Bergamo da, hayli keyif aldığım ve hayatta kalabilmem için özel bir gorevi de icinde barındıran gezime basliyorum. Bu gorev, kamp ocağım için butan propan kartuş bulmak, ayrıca gece uyuyabilecegim güvenli bir alanı tespit etmek gibi hayli zaruri iki parcadan oluşuyor!


Macera başlıyor. Fotograf makinası, pasaport, İtalyanca sözlük gibi eşyalarla doldurdugum Lovepro PhotoRunner100 model çantayla yolllardayim. Bu çanta hem bele takilabiliyor hemde askı aparati ile omuza asilabiliyor. Böyle uzun bir tura, özellikle buna benzer cok fonksiyonlu, dahasinbirden fazla sekilde takilabilme seçeneği sunan bir çantayla çıkmak hayli önem arz ediyor. Yeri geliyor bu çanta ile bütün bir gün yürüdüğünüz oluyor, belinizde dururken bir noktadan sonra ragatsiz etmeye baslayan cantayi basit bir el hareketiyle omzunuza asabilmelisiniz. Ayrıca fazla ugrasmadan içindekilere ulaşabileceğiniz kullanışlı bir tasarımı da sahip olması şart!


Cantam guzel, Bergamo sokaklari da canli :) gelgelelim aksam yaklasiyor ve ben halen daha kamp malzemeleri satan bir dükkan bulamiyorum. Karnım inanılmaz derecede acıkmış durumda ve bu aclik artikyuruyus tempoma, hal ve hareketlerime yansiyor. İyice yavaşlıyorum, suurumun kapanmasi icin beni hem oyaliyacak hem de yormayacak konulara odaklanmaya calisiyorum. Moralimi hep yuksek tutmam, cok buyuk bir problem olsa dahi, hic bir sey yokmus gibi gezmeye, gormeye ve yaptigim gezintiden keyif almaya devam etmem lazim. Sehir meydanında cocuklar için düzenlenen bir yangın tatbikatı yeterince ilgi çekici. Onlari seyre dallip hem dinlenebili, hem de seyretmesi keyifli bu etkinlikten guzel fotograf kareleri cikartabilirim.


Eski ve yeni model iftaiye araçları aynı anda sergileniyor ve cocuklara yangın tüpü, yangın musluğu gibi seylerin nasıl kullanılacağı, duzenlenen tatbikatlar ile, eğlenceli oyunlar ile uygulamalı olarak gösteriliyor....Ancak artik vakit kaybetmemeliyim. Acilen kamp malzemeleri satan bir yer bulmalıyım! Özetle tüm bir gunü, sehrin gezilesi pek zevkli olmayan, tarihi merkeze uzak, ancak mağaza ve çeşitli dükkanların daha cok olguyu kısımlarinda yuruyerek gecirdim. Sonunda kamp malzemesi satan bir yer bulduğumda hava kararmak ve şuurum kapanmak uzereydi.


Adamda sadece iki adet vidali kartuş vardı ve tanesi 3,15 € olan bu kartuşların ikisini de kredi kartıyoa 6 Euro'ya aldım. Adam bana aynı gün başlamış ve merkeze 3 km kadar uzakta bir dağcılık fuarı olduğundan, yolculugum boyunca isime yarayacak malzemeleri burada ucuza bulabileceğimden bahsetti. O bunlari anlatirken aramizda keyifli bir sohbet ortami doguyordu. Ona yetersiz italyancam ve daha cok cizerek ne sekilde sokaklarda kaldigimi anlatmaya caliyordum. Sohbetin sonlarina dogru, dagcilik fuarina davet edildigini, ancak gitmeyecegini söyleyerek, kendisi için verilen ücretsiz davetiyeyi bana hediye etti.