21 Ekim 2011 Cuma

İtalya'da üçüncü gün!

UCUNCU GÜN.

Yine öğlene dogru gözlerim açılıyor. Yine hava inanılmaz ısınmış; hatta dün oldugundan daha da terlemis şekilde uyanıyorum. Hemen yakinimda işittiğim bir sesle hızlıca kafayi çıkartip bakıyorum. 2 gün süren dağcılık fuarı sona ermiş ve bu yuzden gelen bir görevli, yattigim çimlelik alanın yanıbaşında duran billboard afişlerini değiştiriyor. Sökülen dagcilik fuari afislerinin yerine haftaya basliyacak yeni bir fuarin afişlerini asıyor. Yeni afişte "fiera di arti manuali" yani el sanatları fuarı gibi bir sey yaziyor. Ayın 9'unda başlayacakmış. Oysa benim Bergamo'daki son gunüm. Kaldı ki elimde ücretsiz davetiye de yok, giriş ücreti olarak 7€ verecek param da olmadığından bu yeni başlayacak fuara pek itimat etmiyorum. Afiş asan görevliye "buon lavoro" (iyi çalışmalar) diyerek poşetten çıkıyorum.

Dişlerimi fırçalamak üzere fuar binasına ilerliyorum ama kapıların kapatılmış olduğunu görüyorum. Sergilenen malzemeleri getiren araçların kullandıği kapıya gidiyorum. Buradaki güvenlik görevlileri yakında bir benzin istasyonu oldugunu, fuar binasina ise giremeyeceğimi, benzinliğe gitmem gerektiğini söylüyorlar. Hatta beni bir anlamda kovuyorlar. Fuar kapalı olduğundan etraf tenha, kimsecikler yok. Ben ise buna tezat varlığım ile güvenlik görevlilerinde şüpheli damgası yiyiyorum.

Oradan ayrılıp, Cüzdan ve pasaportum dahil herseyimin, otoyolla fuar arasındaki çim alanda, poşette durduğunu bile bile, elimde sade colgete sensitive power diş macunu ve sıgnal white fırçayla birlikte benzinciye dogru yürümeye başlıyorum. Gel gör ki İtalya'da benzinliklerde, tuvalet kapılarında bir mekanizma var ve tuvalet kapılarını genelikle 1€ ya açabiliyorsunuz. Benim ise 1€ günlük limitim ;) Bu tuvalet mevzuu İtalya'nın genelinde boyle; hatta lokantalarda, tren garlarında, hava limanlarında... Her yerde bu sekilde!

İleride bir başka benzinci oldugunu goruyor ve bir de orada şansımı denemek üzere, yürümeye devam ediyorum. Şansıma bu benzinci güne yeni başlamış; etraf ve tuvalet yeni temizlemiş ve hava almasi, kuruması için tuvalet kapısı açık bırakılmış. İtalyada benzinciler gün icinde bir kaç kez, çok sınırlı zamanlarda açılıp kapanıyorlar. Buralarda bizdeki gibi pompaci kavramı yok. Ödemenizi kredi karti ya da nakit parayla, bizdeki Akbil almak için kullanılan makinelere benzer bir sisteme yapıyorsunuz ve ödediğiniz ücret kadar pompanın ağzına gonderilen yakıtı, kendi elinizle aracınıza yine siz dolduruyorsunuz.

Görevliye çaktırmadan tuvalete girerek, mis kokulu, yeni temizlenmiş tuvalete önce büyüğü ardından küçüğü bırakarak, böylelikle italya sınırlarına ilk ihracatı yapmış bulunuyorum. Finali de dişlerimi fırçalayarak tamamlayarak, sifonu çektiğim gibi dışarı çıkmaya yelteniyorum ki, sifonun sesini duyduğundan süphelendiğim görevli şaşırmış bir şekilde geliyor!

"Che posto" diyerek bağırıyor! Hacı sen nesin, kimsin, necisin gibi bir anlami olduğunu tahmin ettigim bu söylem üzerine, adama "buoniorno" diyerek alakasız bir cevap veriyor ve onun garip bakışları altında, hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyorum.

Ardından poşetimin yanına geliyor ve çay demliyorum; kasar ve salam kesiyorum. Eti Cici Bebe biskuvimi açıyorum. İtalya da, el memlekette üç çeşit kahvaltı, daha ne olsun!

Sakin kafayla, çimenler üzerine yatmış, yoldan gecen araba ve bisikletlileri izleyerek keyifli bir kahvaltı yapıyorum ve ardından esyalarımı toplayarak, çantami sırtlandığım gibi otobüs durağına doğru harekete geçiyorum.

Sırtımdaki çanta gezip tozmama engel olacak denli ağır ve görünüm olarak da dikkat çekici büyüklükte. Açıkcası durakta biraz geriliyorum; düşünüyorum ama çantayı nereye koyacağım sorusuna bir türlü cevap bulamıyorum. Fuar kapandığından vestiyeri kullanamam. Belki fuar alanina gelmeme vesile, Outdoor magasindaki adama giderek cantami bırakıp bırakamayacağımı sorabilirim. Ya da bir diğer seçenek, İstanbul tabelalı ama aslında Kahraman Maraş 'lı kebabçıya gitmek.

Fuar sona erdiğinden otobüs gelmiyordu. Ben ise kafamda elli çeşit düşünce olduğundan, zamanın akıp ilerlemesine aldırış etmeden bekliyordum. Çantamı nereye bırakacağımı, akşam nereye gideceğimi, nerede yatacağımı ya da ne yiyeceğimi düşündüğüm duraktaki bekleyişim uzun sürdü ama onca düşünce kafamda dolaştığı icin otobüsün gecikmesini bir problem olarak görmemiştim. Oysa Bir başkası olsa, onca dakika yol kenarinda beklemekten dolayı korkabilirdi. Bense hiç aldırmadan bekledim ve yoğun düşüncelerin zihnimi meşgul ettiği bir sira gelen otobüse binerek merkeze dogru yola çıktım.

Otobüse binme sırasında ödeme yapmıyorum. Zaten otobüs şöförü ya da yolcular bu konuda bir şey söylemiyorlar. Ancak bilet kontrolünü, şöför yerine bir anda otobüse binen ayri bir denetleyici gurubunun yaptığını öğreniyorum. Ve bu adamlara yakalandığınızda 50 € ve üzerinde cezalara çarptırılabiliyorsunuz.

Neyse, ben bu kontrolcülere yakalanmadan istediğim durakta iniyor ve çantamı Kahraman Maraş'lı Kebabçı kuzenlerin dükkanına bırakarak, şehrin asıl gezilesi, Altra Citta denen eski, tarihi bölümüne doğru yürümeye başlıyorum. Yolda ilerlerken, arkamdan vuran güneş ışıkları sayesinde, silüet seklinde ilginç otoportreler çekiyorum. Yanımda taşıdığım termosa doldurduğum suyu içerek de susuzluğumu gideriyorum. Buralar turistik yerler ve bir küçük su için 1€ gayet normal; Daha pahalıya satanların sayısı azımsanmayacak denli fazla!

Sehrin etrafındaki surlar boyunca yürüyor, Yol boyunca karşıma çıkan cok hoş manzaraya sahip yeşillik alanlar görüyorum. Bu mesire alanlarında yürüyüş yapan, köpeğini gezdiren insanlarin fotograflarini çekmeye çalışıyorum ama çoğu durumda uygun ışık koşullarını yakalayamıyorum.

Yine bu aks üzerinde yürüdüğüm esnada, karşıma çıkan ilginç binaları da fotoğraflıyarak yoluma devam ediyorum. Bir noktada halsizlik hissedince, bulduğum ucuz bir süpermarketten 1€ ya 1 litrelik multi vitaminli meyva suyu, ayrica tanesi 34 cent'den, iki adet 500 gr'lik burgu makarna aliyorum. Tüm bu aldıklarım, o haftaki kataloğun en ucuz ürünlerini oluşturuyor. Akşama kadar dolaşmaya, gizli sakli ara sokaklarda kaybolma pahasına ilerlemeye ve şehri gezerken fotograf cekmeye devam ediyorum.

Akşama doğru gördüklerimi ipad'imle metne geçiriyorum lakin bu yazdıklarımı İnternet'teki bloğuma aktarabilmek için gerekli olan internet bağlantısını yapamıyorum. Aslında Wi-fi araması yaptığımda bir çok sonuç çıkıyor ama bunların hepsi şifreli ;( sifreli olsalar bile bir tespitimi paylaşmam gerekecek. O kadar çok ağ listeleniyor ki, tüm bu denemelerim sonucunda, iPad in ağ aramadaki başarımını kalbur üstü bir çok dizüstü bilgisayardan daha iyi olduğunu açıkça gözlemliyorum.

Apple 'ın, iPad üzerinde nasıl bir ağ kartı kullandığını bilmiyorum fakat işin kağıt üzerindeki teknik özelliklerini bırakarak, şahsi fikrimi söylememe izin verirseniz; Apple 'ın öncülüğünde yaratılan "tablet" fenomeninin tasarımı gereği wi-fi sinyallerini yakalamada, diğer cihazlara göre daha iyi başarım sağladığını düşünüyorum.

Bir düşünün! Dizüstü bilgisayar gibi cihazları çevreleyen uzayın, bir tarafı her zaman kapalidir. Şöyle ki bir dizüstu bilgisayari, dizimizin üzerine ya da bir masaya koyariz ve bu da cihazımızın, bir yüzeyinin wi-fi sinyallerinin alımı konusunda atil kalmasına sebep olur. Ancak ipad icin konusursak, bu ve benzeri cihazlarin, bir tarafinın boyle olu bir yuzeye sahip olmamasi, ustelik ipad in tamami aluminyum kasasi ile dogal bir alici gibi imal edilmisnolmasi... Tum bu netmenler havada ucusup duran kablosuz ağ sinyallerinden optimum verimin alınmasını sağlayacaktır.

Elimde iPad, sokaklarda kablosuz internet avına çıkıyorum. Bu durum, hic aklimda yokken, şehrin diğer kısımlarını da gezmeme vesile olarak, hiç hesapta yokken cokmfarkli yerler görmemi sağlıyor. Biraz fazla uğrasiyorum belki ama sonunda bir klisenin yanibasindaki bir kaldırıma oturup, bulduğum beleş intnet ile mailllerime bakıyor ve yazdigim yazilari bloğuma aktarıyorum.

Hava iyice karardiğindaysa tren garına gidiyor ve Milano'ya gidecek son trenin saatine bakıyorum. Trenin 23:00'de kalkacağını görüyor ve bilet almak için insanların önünde yığılma yaptıgı gişe önündeki sıraya girerek beklemeye baslıyorum. Sıra bana geldiğindeyse bir ay icinde geçerli, 4 günlük İtalya içi "interrail " bileti alıyorum.

İnterrail bilet alımı, ve bu biletleri kullanarak yapilacak yolculuklarda dikkat edilmesi gereken püfler, akla gelen her türlü soru için, www.trenlegeziyorum.net sitesini inceleyiniz. Yeri geldikçe ben de size konuyla ilgili bildiklerimi aktaracağım.

Elimdeki tren biletiyle yine yollara düşerek, zaten tren garına yakın olan, Maraş'lı dönerci abilerin yanına gidiyorum. Trenin kalkmasina bir kaç saat daha var. Gün içinde aralıksız dolaştığımdan artık iyice acıkmış durumdayım. Dışarısı soğuk ve benim tüm eşya ve kamp malzemelerim çantada, hem bu yüzden, biraz da Maraş'lı Abi'lere onca yardımlarından ötürü kendimi borclu hissettiğimden, bir tane Pizza Margharita sipariş geçiyorum.

Aslında sipariş verme nedenim biraz da merak! Fiyatlar oldukça makul gözuküyor; pizza margharita 3,5€ Halbuki italyanın genelinde bu pizza için restoranlarda 5-6€ istiyorlar. Turistik yerlerdeki, lüks bile sayılamayacak "ristorante" lerdeyse, pizza margharita için 10€ ve hatta üzerinde rakamlar isteyenler var. Oysa bu pizza, üzerinde sadecec dometes, kasar ve fesleğenin olduğu, olabilecek en malzemesiz, en ilkel, en yalin, hatta dünyadaki ilk pizza. Bilmeyenler için bu pizza nin , daha dogrusu ilk pizza nin hikayesini daha sonra paylaşacağım.

Pizzayı yiyiyorum ve ardından yanima gelen ustayla koyu bir muhabbete tutuşuyoruz. Onlarin buralara nasil ve ne sekilde geldiğiniz ilgili sorular soruyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nde, yani doğup büyudükleri ata topraklarında, kürtler olarak çektikleri acılar, hırpalandıkları, istedikleri gibi düşünemedikleri, konuşamadıkları iddiasıyla, buraya, İtalya'ya "iltica" etmişler.
Tabii bu iltica muhabbeti bu orneknde oldugu gibi, tüm kürtler tarafından suistimal edilen bir konu. Onlar da bunu kabul ediyorlar, iltica etmelerinin amacının, para kazanmak ve gunun birinde yurda zengin olarak dönmek olduğunu söylüyorlar. Gel gör ki onların iltica süreci, dünya nezdinde Türkiye'nin adini kirletiyor, imajını düşürüyor. Bu iltica mevzuuyla ilgili bir yazi yazip, daha sonra buraya ekleyeceğim.

Ben onlara iltica süreçleriyle ilgili sorular sorarken. onlar da benim ilginç yolculugum hakkında merak ettikleri soruları soruyor ve boylelikle muhabbet trenin kalkış saatine kadar sürüp gidiyor. Masadan mutlu mesut kalkıyorum. Pizza için onca ısrarıma rağmen benden para almıyorlar.

Bir kez daha görüşeceğimiz umuduyla vedalaşarak, bendeniz çantamı yüklendiğim gibi tren garına yürümeye başlıyorum. Trene bindiğimde inanılmaz yorgunluk çöküyor. Hemen uykuya dalıyorum.

Üçüncü gün harcanan meblağ;

1 litrelik multi vitaminli meyva suyu - 1€
Tanesi 34 Cent'den 2 adet Burgu Makarna - 68 Cent

5 yorum:

  1. adamlara projelerinden de bahsetmişsindir oh mis

    YanıtlaSil
  2. pizzayı kim yedi?orayı kaçırmışım.bi özet geçer misin?

    YanıtlaSil
  3. gün içinde çantam onlarda durduğu için, sıcak sohbetlerinin de hatrına bir tane pizza söyledim. yedim. ardından onlarla uzunca bir muhabbete giriştik. velhasıl kelam o pizza için de benden para alınmadı.

    YanıtlaSil
  4. bu bloga yazmayı devam etmeyi düşünmüyor musun 3 günü gayet keyifle okumuştum..:(

    YanıtlaSil
  5. fotoğraflarla birlikte, turun tamamını kapsamıyla bloga ekleyeceğim. şuanda bir çok sorunla cebelleşiyorum. inanılmaz yoğun, mutsuz ve bi çare durumdayım.

    YanıtlaSil